A. Raif ÖZTÜRK
  • 15/01/2024 Son günceleme: 15/01/2024 11:44
  • 3.121

Bilginin süratle çoğaldığı, cahilliğin çeşitli unvanlar altında ört-bas edildiği son asırlarda, her birey, uzmanlık alanı ne olursa olsun, kendini her konuda, inatla görüş bildirmeye lâyık görür hale gelmiştir.

İşte bu yüzden günümüzde, hiçbir zaman ve şartta olmadığı kadar, doğru, güvenilir ve geçerli bilgiye ihtiyaç duyulmaktadır.

Acaba böylesine karmaşık ve egoist kavram kargaşasında, bizler en doğruyu nasıl bulacağız? Öyle ya, herkes kendi görüşünü en doğrusu zannediyorsa, acaba “en doğrusu” nasıl bulunacak?

Sizlerin; “en doğrusunu, elbette konu uzmanları bilir” dediğinizi duyar gibiyim.

Evet, haklısınız. Pozitif bilimde, matematikte, sanatta ve teknikte elbette bu böyledir.

Ancak görüyoruz ki; Dini konularda da uhrevî ve manevi konularda da çok bilen (!) cahiller, mangalda kül bırakmıyorlar. Şu yalan dünyadaki basit görüşlerine, gafil yaşantılarına ve batıl görüşlerine uygun fetvalar verebiliyorlar.

Meselâ; hanımının ve kızlarının başlarını örtemeyen sözde ilâhiyatçılar bile, Nur-31. ve Ahzâp 59. Ayetler apaçık ortadayken, üstelikte “müminlerin kadınlarına da söyle” emri varken, “bu ayetler Peygamber hanımları içindir” diyebiliyorlar. Hatta başörtüsü hakkında, “eski zamanda Bursa kadınları çok güzelmiş, devlet ricâli onları tecavüzden korumak için, örtünmelerini tavsiye etmiş” diyerek, zırvalayabiliyorlar.

Oruç için, zekât için, namaz için, faiz için, zinâ için, içki için, vb. birçok İlâhi emirler için, benzeri saçmalamaları yapabiliyorlar.

“En doğrusunu, konu uzmanları bilir” prensibi gereği, bizler de bu konuların uzmanı olan “EDİLLE-İ ŞER’İYYE”YE müracaat etmek zorundayız.

EDİLLE-İ ŞER’İYYE NEDİR?

CEVAP: Şeri delilleri, yani Kur’ânî ve İlâhî hükümleri çıkarma yollarıve ispatları demektir.

Edille-i şer'iyye dörttür:

Kitâp: Kur'ân-ı Kerim ve hükümleri. (Bir konu Kur’ân da var ise asla tartışılamaz.)

Sünnet: Peygamber SAV efendimizin sözleri ve fiilleri, bir iş yapılırken görüp de ona mâni olmadıkları şeyler. (Bir Sünnet veya hadis, Kur’ân ile çelişmez.)

İcmâ: Müctehid âlimlerin dini bir işin hükmünde, söz birliği etmeleridir. (Bu ortak görüş de Kur’ân ve Sünnet ile asla çelişmemelidir.)

Kıyâs-ı Fukaha: Teknolojik veya medeniyet gereği hükmü bilinmeyen bir şeyi, hükmü bilinenlerle mukayese ederek anlamak. Asrımızın en muteber Ehl-i Sünnet Fıkıh âlimlerinin, ortak mukayeseleri anlamındadır.

İşte şu fitne asrımızda, herkesin kendi görüş ve düşüncelerinin doğru olup olmadığı veya ne derece isabetli olup olmadığı, ancak bu “Edille-i Şer’iyye” MİHENGİYLE tespit edilebilir. Gerisi boştur, aymazlıktır, beyhudedir...

Yüce Rabbimiz ebedî ve Ezelî ilmiyle her şeyi bildiğinden, Kur’ân-ı Kerimde bu konuda şöyle buyurmaktadır.

Zuhruf Suresi, 36. Ve 37. Ayetler:“.. Ve her kim o Rahmân'ın zikrinden (Kur’ândan, namazdan) nankörlükte bulunursa(değerini bilmez ve yüz çevirirse) ona bir şeytanı musallat ederiz. Artık bu, onun için birarkadaştır.” “Şüphesiz ki bu şeytanlar, onları doğru yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin hâlâ doğru yolda olduklarını zannederler.”

Lütfen şartlara dikkat!

Demek ki; uzmanlık alanı olmadığı halde veya proje, ajan olanların, Dîni, uhrevî, fıkhî ve ulvî konularda ahkâm kesmelerine asla itibar edilmeyecek. Çünkü şeytanın güdümüne girmişler. Bu durumda derhal Edille-i Şer’iyeye müracaat edilecek.

Bu konuda çok ilginç bir olay arz ederek, konumuzu noktalayacağım.

Abdülkādir-i Geylânî Hazretleri şöyle anlatıyor:

Bir gün gözümün önünde bir ışık parladı ve bütün ufku kaplamıştı.

Ben “Bu nedir?”diye bakarken, o ışığın içinden bir ses geldi.

“–Ey Abdülkādir, ben senin Rabbinim. Bugüne kadar yaptığın amel-i sâlihlerden öyle memnunum ki, bundan böyle sana haramları helâl eyledim.” dedi.

Ancak hitap biter bitmez, ben bu sesin sahibinin şeytan olduğunu, böyle bir hitabın Peygamberlere bile yapılamadığını bildiğim içinanladım ve:

“–Çekil git ey mel‘un! Gösterdiğin nur, benim için ebedî bir zulmettir.” dedim.

Bunun üzerine şeytan:

“–Rabbinin sana ihsan ettiği hikmet ve ferasetle, yine elimden kurtuldun! Hâlbuki ben yüzlerce kimseyi, bu usul ile yoldan çıkarıyorum.” diyerek uzaklaştı.

Bakınız bu mübarek zât bir MÜCEDDİD olduğu için, hemen Kur’ân ve Hadîs ilmine müracaat etti ve asla yanılmadı. Oysa asrımızda da, bazı maneviyatın zirvesinde olanların bile, doğru yoldan saptıklarını görüyoruz.

Şöyle ki:

Çok önemli iki ayet olduğu halde BAŞÖRTÜSÜNE “füruât” diyen, kesin haram olan yalanı ve mahremleri dikizlemeyi “câiz” sayan, Dinen yasak olduğu halde “devletine ihanet eden”, Kur’ânda 13 ayrı ayetler Hz. Muhammed’e SAV itaati emrettiği halde “Kur’ân yeter, Sünnet ve Hadîse gerek yok” diyerek şeytanın maskarası olanlara, çokça şahit oluyoruz…

İşte böyle sinsi tuzaklara düşmeme adına, dostlarımla mütalâa etmeye çalıştım. Vesselâm.

Yazarın Yazıları