A. Raif ÖZTÜRK
  • 12/02/2024 Son günceleme: 12/02/2024 16:21
  • 2.381

Bu soruyu sokak röportajında sorgulasanız; TIP ilmi, MATAMATİK ilmi, SAVAŞ ilmi, BİYOLOJİ ilmi, Astronomi ve Coğrafya ilmi, ZİRAAT ilmi vs. ilimler ön plânda görülecektir.

Elbette herkes kendisine göre haklıdır, ancak gerçekte en önemli ilim, acaba hangisidir?

Bu soru bana sorulsaydı ben; “DİN ve MÂNEVİYÂT ilmi” derdim.

Çünkü: “Diğer bütün ilimler insanoğlunun en çok 70-80 senelik Dünya hayatında işine yarayacak. DİN ve MÂNEVİYÂT ilmi ise sadece 80 sene değil, binlerce senelik Kabir, Haşir, Kıyamet, Sırat, Mahkeme-i Kübra diye sıralanan BERZAH yolculuklarında bizlere rehber, kılavuz ve ışık olacaktır. Hatta EBEDÎ, SONSUZ ve sürekli olan Ahiret hayatımızı da CENNETLERE çevirecektir” diye devam ederdim.

Oysa benim cevabım da tam doğru bir cevap değilmiş meğer!

Tam doğru cevabı, 6000 sayfalık ilmî eserleri 54 lisana çevrilerek, tüm dünyada, özellikle akademisyenler, araştırmacı ilim adamları ve bahtiyar halk tarafından iştiyakla ve zevkle okunan, Risale-i Nur Külliyatının müellifi Bediüzzaman Hz. tarafından verilmiş.

“KÂİNATA ALLAH HESABINA BAKAN ADAM, HER NE MÜŞÂHEDE EDERSE (görür ve tespit ederse) İLİMDİR. EĞER GAFLET İLE ESBÂP (sebepler veya tesadüfler) HESABINA BAKILSA, İLİM ZANNEDİLEN ŞEY CEHİL (cehalet) OLUR…”

İşte o sorunun en doğru cevabı budur…

Niçin mi? Çünkü yukarıdaki röportajda halk tarafından sıralanan bütün ilimleri de, benim düşündüğüm ve sunduğum cevabı da bu harika cevap içine alıyor.

Zaten bu harika tespitin ışığında yaşandığı devirlerde, yani KÂİNATA ALLAH HESABINA BAKILDIĞI zamanlarda, ESNAF, öylesine yüce bir ahlâka sahipti ki, sabah siftah ettikten sonra diğer müşterilerini, onlar da siftahlarını yapsın diye, diğer komşu esnafa gönderiyordu.

O günkü HALK da öylesine yüce bir ahlâka sahipti ki, hem zekât verecek fakir ve yoksul bulmakta zorlandığı için, hem de fakir ve yoksulu incitmemek adına, zekâtlarını icat ettikleri SADAKA TAŞLARINA, altın ve para olarak bırakıyorlardı. Fakir ve yoksullar ise o sadaka taşlarının başına gittikleri zaman, sadece bir-iki günlük ihtiyaçları kadar parayı alıp; “diğer paralar, diğer yoksul kardeşlerimin hakkıdır” diyerek bırakıyordu.

Peki, bugün nasıl?

Şayet devlet; Koronada “evde kal Türkiye” uygulaması gibi, “zenginler zekâtlarını o sadaka taşlarına bırakacak” diye bir uygulama başlatsa, manzarayı bir düşününüz?

Bugün özellikle tahsilli kişilerin, bankamatiklere teknolojik cihaz yerleştirip, halkın şifrelerini kodlayarak hesabının boşaltıldığını, neredeyse her gün haberlerde görüyoruz.

Banka kuryelerini veya işyeri maaş kuryelerini takip ederek, yüklü miktarda paraların gasp edilişlerini, neredeyse günaşırı izliyoruz.

Hatta ellerindeki paraları veya ziynet eşyalarını gasp edebilmek için anne veya babalarını dövdüklerini ve öldürenleri bile görüyoruz.

Yine özellikle yüksek tahsilli kişilerin, (Çiftlikbank, Titan Zinciri, Devremülk Bank, Kripto, Bitkoin ve bunlar gibi) saadet zinciri bankalar kurarak, yüzbinlerce kişinin ömür boyu biriktirdiği servetleri çalıp kaçtıklarını, defalarca gördük. Ne yazık ki DEPREM ve SEL bölgelerinde bile hırsızlıklar ve fırsatçılıklar kol geziyor…

Şimdi soruyorum:

Bu olayların gerçek sebebi nedir?

“Yoksulluk” veya “cahillik” deseniz, bu olayların faillerinin neredeyse hepsi yüksek tahsilli ve genellikle varlıklı kimselerdir.

Bu olayların gerçek sebebi, TEK CÜMLE İLE:

Milli Eğitim Sistemimizin, tek taraflı bir eğitim uygulamada, hâlâ ISRAR etmesidir.

Bunun doğruluğunu pratikte çok net gördüğümüz halde, teorikte de yine asrımızın en önemli İslâm âlimlerinden olan, Bediüzzaman Hz.’lerinden alalım.

Yalnız bu eserler, 80 küsur sene önceki edebiyat diliyle yazıldığı için, gençlerimizin de net anlamaları adına, yabancılaştırıldığımız kelimelerin yanına (anlamlarını) ekleyeceğim:

"Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. (Vicdanlarımızı aydınlatan ve eğiten, DİN ilimleridir.) Aklın nûru, fünûn-u medeniyedir. (Aklımızı aydınlatan ve yol gösteren FEN ilimleridir.) İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder. (Ancak ikisinin bir arada eğitilmesiyle, HAK ve gerçekler ortaya çıkar.)  O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. (Her iki ilim ile öğrencinin gayreti âdeta kanatlanıp uçuşa geçer.) İftirâk ettikleri vakit, (Bu iki ilmi AYRI AYRI aldıkları zaman,) birincisinde taassup, (sadece DİN ilimlerinden fanatiklik ve körü körüne tutuculuk) ikincisinde HİLE, şüphe tevellüd eder. (sadece FEN ilimleri verilince de hilekârlar, yani kendi menfaati için aldatıcılar, yanıltıcılar ve şüpheciler yetişir.)"

Böyle bir açıklamaya ancak, saygı ile şapka çıkarılır.

Peki, “teşhis doğru olunca, tedavi de kolay ve başarılı olur” kaidesince, böyle soygunculuklardan, tecavüzlerden, saldırılardan, gasplardan, kap-kaçlardan ve korkulardan kurtulup, güven, huzur ve mutluğa kavuşmanın çaresi de çok net bellidir.

O da; MİLLİ EĞİTİM sistemimizi, tek taraflı eğitimden kurtarıp, ÇİFT taraflı (Fen ve Din ilimleri birlikte) yani GERÇEK eğitim sistemine, ÂCİLEN geçirmektir.

Çünkü şu bir asra yakın bir zamanda, bu eğitim sistemimizin ACI meyvelerini öylesine çok gördük ve bezdik ki, halk olarak artık; HUZÛR, GÜVEN, BARIŞ, DAYANIŞMA, YARDIMLAŞMA, MUTLULUK ve hatta Ebedî hayat yolculuğumuz için de güvenli hazırlıklar yapmak istiyoruz. TBMM’İMİZ ve Milli Eğitimimiz, artık bunu bizlerden esirgememelidir… Vesselâm.

Yazarın Yazıları