Ekrem VANLI
  • 01/01/1970 Son günceleme: 21/08/2014 00:11
  • 10.944

İslâm ahlâkında şükür, Allah’ın nimetlerinin etkisinin kulun dilinde ‘itiraf ve övgü’ olarak, kalbinde ‘tanıklık ve sevgi’ olarak, vücudunda da ‘itaat ve boyun eğme’ olarak ortaya çıkmasıdır diyebiliriz.

 Kur’an’da üzerinde çok durulmuş olan “şükür”, imanın gereği ve müminlerin temel görevidir. Nitekim birçok ayette inananlar, aynı zamanda “şükredenler” olarak nitelenmiştir. “Şükür” sözcüğü ile zıt anlamdaki “küfran” sözcüğü de, yine bir müminin asla yapmayacağı bir davranış olan “nankörlük” demektir.

 Fatiha suresini okurken ‘Allah’a hamd’ ile başlar, tevhid dinine bağlılıkla bitiririz.

 Allah’ın insanlara; “Verdiğim nimetlere şükredin” demesi de ayrıca insan için bir nimet ve iyiliktir. Çünkü şükrün yararı dünya ve ahirette Allah’a değil kullara dönüktür. Yerine getirdiği şükür ile yarar gören kulun kendisidir. Kul şükrederek Rabbine bir karşılık veya mükâfat vermemektedir. Zaten buna da hiçbir varlığın gücü yetmez. Kim şükrederse kendi nefsi için şükretmiş olur.(Neml sûresi, 27/40.) Yoksa Allah’ın böyle şeylere zaten ihtiyacı yoktur.

 Allah müminleri zaman zaman ‘sabır ve şükür’ ile sınava tabi tutar. Kimi zaman darlıkla, kimi zaman varlıkla, bazen felaketlerle dener. Bazen bolluk verir, bazen de bolluktan sonra darlık verir.

Şükür konusuna Bediuzzaman Said Nursi’nin eserlerinden bakarsak;

 Bediüzzaman, "netice-i hilkat-i alemin en mühimmi şükürdür" sonucuna tüm kâinata en tepeden bakan bir gözlem sonucunda ulaşır. Buna göre, tüm kâinat bir daire tarzında düşünülürse odak noktasında "hayat" gerçeği yer alacaktır. Bu, kâinatı halk eden Zatın kâinat içerisinde hayata özel bir önem verdiğini ifade eder. Zihayat alemi olarak bildiğimiz canlılar alemine bakıldığı zaman odak noktasında insan kendisine yer bulacaktır.

 Şükür edilmediği zaman nimetlerden alınan geçici lezzetler yok olmalarıyla birlikte kalpte bir elem bırakmaktadır. Şükür etmeyen bir nazara göre nimet muvakkat bir lezzetten sonra çöpten başka bir mana ifade etmediği için şükre vesile olabilecek iken hiç layık olmadığı değerlendirmeye tabi tutulmaktadır. Ebedi bir saadete vesile olabilecek iken sadece dünya hayatına mahsus kalacak, fakat buna rağmen geçici olduğundan insanı yine mutlu etmeyecektir.

 "Her şey helak olup gidicidir. O'na bakan yüzü müstesna." Zaten Bediüzzaman'a göre nimetlerin çeşit çeşit yaratılması ve çeşitli lezzetlere sahip olması insanları şükre teşvik ve davet etmek içindir. Yoksa nimetleri gönderen Zat'ı unutarak nimetlerden faydalanmak tevhidden (Allah'ın bir olduğuna inanma, Allah'ın varlığını, birliğini, dengi ve ortağı bulunmadığını kabul etme.) ziyade şirke yakın ve çok büyük bir hasarettir.

 Bediüzzaman, şükrün insanı ahsen-i takvime (Allah’ın en mükemmel şekilde yaratması) ulaştıracak bir vasıta olduğunu söyler. Buna göre Cenâb-ı Hakk insanı bütün isimlerinin tecellisine (aydınlanmasına) mazhar etmiş ve bütün rahmet hazinelerini tartacak ve tanıyacak cihazlarla donatmıştır. Ayrıca insan Allah'ın bütün esmasının cilvelerini tanıyacak şekilde halk olunmuştur. Maddi ve manevi rızkın birçok çeşidine muhtaç olan insanı ahsen-i takvime çıkarma vasıtası da ancak şükür olmaktadır. İcat cihetinde hiç tasarrufu olmayan insanın şükür etmemesi her türlü nimeti sahiplenmesi veya esbaba (sebepler) mal etmesi manasına gelecektir. Bu da insanı esfel-i safiline (cehennemin en aşağı tabakası) itecektir.

Bu bilgiler ışığında aşağıdaki sonuçları çıkarmak mümkündür:

 Yeryüzünde, gökyüzünde, sualtında, su üstünde milyonlarca canlının bedeni özelliklerine göre en güzel şekilde beslen dirilmeleri apaçık tevhid (Allah'ın bir olduğuna inanma, Allah'ın varlığını, birliğini, dengi ve ortağı bulunmadığını kabul etme.) delilidir. Bu muazzam faaliyet ancak ve ancak şükürle mukabeleye (karşılık verme) layıktır.

 Tüm kâinatta hayatı tercih ederek, bütün maksatlarını ve isimlerinin cilvelerini (güzellere yakışır duruş ve davranış) hayatta tecelli ettiren Zat-ı Zülcelal, canlılar alemi içerisinde de rızkı şuunatının (hadiseler, olaylar) merkezi yapmış, iştah hissiyle canlıları rızka yöneltmiştir. Bundan maksadı ise kâinatın en ehemmiyetli neticelerinden birisi olan "şükür" e insanları sevk etmektir. Rızk bir perdedir. Perdenin arkasında ise Zat-ı Zülcelal'in Rahman (İster mü'min, ister kâfir; ister iyi isterse kötü olsun; rahmeti bütün herkese yayılan ve bütün yaratılmışların rızıklarını ve geçim şekillerini içine alan rahmetin sahibi Allah.) isimi yer almaktadır.

 Maddi ve manevi nimetlere yüklenilen mana insanın itikadi (Bir inanca, bir fikre bağlanma, inanma.)yapısını ortaya çıkaran turnusol kâğıdı gibidir. Rızk ma'nâ-yı harfî (Bir şeyin kendisini değil de sanatkârını, ustasını, sahibini bilip tanıtan mâna.) ile değerlendirildiği zaman şükre ulaşılmakta, ma'nâ-yı ismî (Bir şeyin kendi başına taşıdığı anlam.)ile değerlendirildiği zaman nimetleri tekzip (Yalanlama, yalan olduğunu söyleme.) etme kaçınılmaz son olmaktadır.

 Lezzetlerden haz almak fıtri (Tabiî, yaratılıştaki, doğuştan olan.) bir duygudur. Ancak bu fıtri duygu şükür ile birlikte insana layık bir surete bürünmektedir. Yoksa nimet vereni düşünmeyerek her önüne gelenden faydalanma hayvana mahsus bir eylemi ifade etmektedir.

 Şükür insanın faydasına sunulan besin maddeleri karşısında sürekli tevhid (Allah'ın bir olduğuna inanma, Allah'ın varlığını, birliğini, dengi ve ortağı bulunmadığını kabul etme.) delillerini görmesini ve Yaratanı hatırlamasını ifade ettiği için, insana huzur-u daimiyi kazandırabilecek kadar ulvi ve cami (Yüce ve kapsayan) bir ibadettir.

 Şükür nimetlerin yalnız ve yalnız Allah'ın kudretiyle ortaya çıktığını düşünen insanı diğer insanlara minnet etmekten kurtaran, insanı izzetli kılan ve mümine yakışan ulvi (yüce) bir duruştur.

 Türlü türlü nimetlerle taltif edilen insanoğlunun, dünyevi kesretten (çokluk, bolluk) vahdete (Allah'a yakınlık, Allah'a ulaşma, Allah'a kavuşma.) geçebilmesi için nimetlere şükür ile mukabele (karşılık) etmekten başka çaresi yoktur.

Yazarın Yazıları