A. Raif ÖZTÜRK
  • 28/04/2015 Son günceleme: 28/04/2015 13:22
  • 6.547

18 Nisan 2015 Cumartesi günü Kastamonu’da, Bediüzzaman Hz.’nin 55’inci vefat yıl dönümü nedeniyle düzenlenen etkinliklerden biri olan, KASTAMONU LÂHİKASI SEMPOZYUMUNDAYDIK. Liyakatim olmadığı halde, o müstesna bilim adamları içinde, lütfu İlahî ile benim de bir Tebliğ Sunumum vardı. 47 Akademisyen hocalarımız gibi, benim akademik kariyerim olmadığı halde, “Araştırmacı-Yazar” unvanıyla bana da görev verilmişti. Organize heyetine, Dr. İsmail Benek & Doç. İsmail Yıldız hocalarıma şükranlarımı arz ederim.

Bu eksikliğim nedeniyle tebliğime öyle çok çalıştım ve öyle bir hazırlık yaptım ki, sormayınız. Büyük bir titizlikle 15-20 günde hazırladığım tebliğimi, şiir ezberler gibi günlerce ses cihazına okuyarak, kusurlarımı düzeltmeye çalıştım. Daha önce defalarca tebliğ hazırlayıp başarıyla sunmuş olan Prof. & Doç. Abi ve arkadaşlarımla defalarca istişare ederek, tebliğimin mümkün olduğu kadar kusursuz olmasına özen göstermiştim.

Gün geldi çattı, kendimizi sahnede ve kürsüde bulduk. Oturum başkanımız Prof. Dr. Kenan ÖREN hocamız, benim ismimi anons edip takdim ettikten sonra, heyecanımı unutarak, ömrümdeki ilk tebliğ sunumuma başladım. Şükürler olsun ki Yüce Rabbim de Yardım etti, herhangi bir tökezlemem olmadı. Ayrıca, tebliğim ve sunumum, Rotterdam İslam Üniversitesi REKTÖRÜ Prof. Dr. Ahmet Akgündüz hocamın övgüleriyle taçlanınca, çok çok rahatladım. Rabbime binlerce hamd, senâ ve şükürler olsun...

Ertesi gün oğlumun nişanı olduğundan, 11:45 uçağına Prof. Dr. Ahmet Akgündüz hocamız ve Haluk İmamoğlu ağabeyimle birlikte hava alanına gittik. Hava alanında ise bizim hiç alışık olmadığımız bir merasimle karşılaştık. Prof. Dr. Ahmet hocamızın REKTÖR unvanı nedeniyle, resmi personel onu özel bir merasimle karşıladılar. Ben ve Haluk abi, normal salonun kapısına yöneldiğimizde Akgündüz hocamız, onu VİP salonuna götürecek olan görevlilere bizi göstererek, “Raif Öztürk ve Haluk İmamoğlu benim arkadaşlarımdır, onlarda gelsin” deyince müdür bey “emredersiniz efendim” diyerek, bizi de VİP salonuna aldılar. Bizlere de aynı ihtimamla saygı, hürmet ve benim ummadığım ikramlarda bulundular. Bizim biletlerimizi de görevli bayan VİP salonuna getirdi, yani bu kez hiçbir kuyruğa geçmeden her müşkülümüzü halletmiştik. Uçağın diğer yolcuları uçakta yerlerini aldıktan sonra, bize özel bir ekip kılavuzluk ederek, uçağın en öndeki özel VİP bölümüne aldılar. Orada da özel ihtimam ve ikramlarda bulundular. İnişte de sadece üçümüz için özel bir araç ile özel hostes kılavuzluğunda, herkesten önce VİP çıkışına, yani kendi aracımıza kadar uğurladılar.

  • Şimdi, sizleri pek ilgilendirmeyen bu özel anekdotumu niçin takdim ettim? Elbette çok önemli bir sebebi var… İşte esas ve çok önemli mesele bundan sonrasıdır! Buraya kadar anlattıklarım, bu çok önemli bir konunun girizgâhıydı...  

Bu girizgâhın sebebini ve o çok önemli konuyu arz edeyim:

Bu özel ihtimam bana; “Âhiret âlemdeki şefaat yetkililerini” hatırlattı ve beni çok duygulandırdı. Bu anekdotu hatırladıkça hep gözlerim doluyor, boğazım düğümleniyor. Yani Peygamberler, Şehitler, Evliyalar, hakiki şeyhler, Sâlihler, Kutup imamları, Asfiyalar, Bedîüzzamanlar, sabî iken ölen masum çocuklar vs. kendilerine verilen yetkiler nispetinde, “..bu kişi dünyadayken benim ümmetimdi, ARKADAŞIMDI, annemdi, babamdı, oğlumdu, kızımdı, mutî ve sâdık bir talebemdi” diyerek, kendileri için tahsis edilen özel ikramlardan yararlandıracaklar. Bu durum bizlere, Hz. Muhammed SAV tarafından müjdelenmektedir. En yetkili şefaatçinin ise Kur’ân-ı Kerim olduğunu “Ne ben, ne herhangi bir melek, ne de başka bir Peygamber, Kur’ân kadar üstün bir şefaatçi olmayacaktır” buyurarak vurgulamıştır...

Pek tabiidir ki bu şefaat şerefine muhatap olabilmek için, bazı şartlar da var. Şefaat edilecek kişi, yani bizler hakkında, özellikle Yüce Rabbimizin izni şarttır. Öncelikle kendimizi O’na cc sevdirmeliyiz. Çünkü şefaat edilmek için, kişinin daha dünyadayken, Yüce Yaratıcısına ve şefaat yetkisi olanlara “kendisini sevdirmesi ve şefaate liyakat kesp etmesi” şarttır. Kur’ânın şefaatine lâyık olmak için ise her gün bol bol ve gerektiği şekilde Kur’ân okumak lazım. Bir de Kur’ân ile HEMHÂL olup, her türlü hizmetinde bulunmak lazımdır. Hz. Muhammed’in SAV şefaatine nail olabilmek için, O’nun dert edindiklerini dert edinip, Sünnetine sımsıkı sarılmak lâzım. Diğer şefaat yetkisine sahip olanlara da “kendimizi daha dünyadayken sevdirerek, orada bizi de tercih etmesini sağlamak” lâzımdır.  Onların ruhları için Kur’ânlar ve hatimler okumak ta bizleri tercih etmeleri için önemli bir vesiledir.

Ancak,  Îmansız kabre girenler, tüm şefaatlerden mahrumdurlar. “Sünnetimi (yani İslâm’ı) terk edenlere, şefaatim haramdır…” (Erbaîn, Müslim) Hadîs-i Şerifi de bu liyakati açıklıyor.   

Şimdi düşünelim: Rektör Akgündüz hocamızın (tabiri câizse) bize şefaati, 2 saatlik bir rağbet ve avantaj sağladığı için bu kadar çok sevindik. Yâ o 2-3 saat değil, 2-3 sene de değil, 2-3 BİN SENE de değil, elli bin senelik o uzun yolculukta bize şefaat edilmesinin, bizleri ne kadar çok sevindireceğini ve ne kadar çok muhtaç olduğumuzu hesap edelim. Elli bin sene süreceği bildirilen, kabir, haşir, kıyamet, sırat, Mahkeme-i Kübra, yani tâ herkesin Cennetlik veya Cehennemlik diye ayrılıncaya kadar geçecek olan o “BERZAH âleminde”, hâmîsiz, kılavuzsuz ve şefaatsiz kalmak nasıl bir felâkettir? Bunları çok düşünmek sorundayız...

İşte yukarıdaki girizgâhta arz ettiğim, (tabir câizse) o şefaate benzeyen o özel karşılama, ihtimam, ikram ve kılavuzluklar bana, bu mutlak sevk olunacağımız o 50 000 senelik uzun yolculuktakişefaat ihtiyacımızı ve mutlak hazırlık yapmamız gerektiğini” hatırlattı…

  • Bediüzzaman Hz.’ne bir talebesi akıbetimizi hatırlatarak “Üstadım ben çok korkuyorum” deyince, Bediüzzaman Hz. “Korkma Zübeyir, korkmak ne ki? TİTRE, TİTRE!...” diye haykırması da bizlere çok şey anlatıyor…

Bu ciddi konuyu bizlere şimdiden, henüz tövbe ve tedbir alma imkânı varken hatırlatan Yüce Rabbimize, sonsuz Hamd, senâ ve şükürler ediyorum.

Yazarın Yazıları