Nimet ER
  • 01/01/1970 Son günceleme: 23/08/2014 00:11
  • 8.913

Bu hayattan göçüp gidenlerin son görevi bizlere dönüşü olmayan bir gidişin olduğunu yeniden yaşatarak hatırlatmak belki de ...

Yakınlarım bilir, ben biraz sözlü "taziye" özürlüyüm. 
Zihnimin dermanı gidiyor, dilim sanki lal oluyor, sanki kelimeler yok olmuş da bulamıyormuşum gibi...
O nedenle bir taziye olacaksa eğer gidenlerin yanına katılır genelde susarım yahut yazarak ulaşabilirsem ne ala ama 
Geçenlerde fark ettim, gittikçe hem beden diliyle hem toplumsal kabullere göre iyice saçmalıyorum da yine doğru dürüst bir "başın sağolsun" demeyi beceremiyorum.

Ufaklığımda bizim evdekiler bir vefat haberini bir ayetle karşılayıp sonra da "giden gitti kalanların Allah yardımcısı olsun" derlerdi. Annem hala aynı tepkiyi veriyor, tek farkla artık ağlayabiliyor (eşi vefat ettiğinde nasıl bir iğne yaptılarsa yıllarca ağlayamadı hiç)
Belki hep geride kalan olmanın çaresizliğini defaatle yaşamış olmaktandır bilmiyorum bizim aile taziye değil tesellide bulunurdu 

Bana gelince bu hale boşuna gelmemişimdir zahir...
Bir taziyede "Allah rahmet etsin" haricinde söylenecek tüm cümleler anlamını yitiriyor sanki
Cem Karaca "Doğuma da ölüme de çiçekler yolluyoruz" der ya hani o misal bir girdapta dönüyoruz işte...

Bakıyorum da; ölümle ilgili bitmez tükenmez binlerce cümle kurabilenler, hayat üzerine de sonsuz cümleler kuranlar... Hatta cümleleri söylemiyorlar da sanki dünyanın geri kalanından banane der gibi hayatlarının üzerine fırlatıyorlar sureta...


Sürekli bir guru edasıyla hayat üzerine cümleler kuruluyor.
Yaşamı tasvire doyamayanlar, yaşadıklarına doyabilecekler mi bilemiyorum.

"Malı-meli" eki alan yüklemlerle dolu etrafımız.
Şöyle olmalı, böyle olmalı, şunu demeli, bunu giymeli....

Sanki standardı olmayan hiçbir şey olamazmış gibi "ideal" olanların peşinde tırnaklarımız aşınıyor 
Ve aslında bu durumu daha da hastalıklı kılan şu ki; 
yaşamayı seçtikleri değerleri, hiçbir zaman bir araya gelemeyecek olanların bile aynı yüklemleri alan cümleler için gayretle birbirileriyle yarışmaları.

Hayatların birbiriyle yarıştırılmasından bahsediyorum, bilmem anlatabiliyor muyum? 
Tatilden, yeme içme kültürüne kadar örtüşmeyen hayatların kesişen görüntüleri boy boy teşhirde; kuvvetli bir teşvik gibi...

Bakıyorum da; hayatın nasıl yaşanılması gerektiğine odaklanmaktan nasıl (ne) yaşadığımızı fark etmiyoruz sanki!
Tüm işgücünü insanların çektiği zamanlarda bile bu kadar "yorgunum" cümlesi kuruluyor muydu? Sanmam.
Yaşadıkları ayrı yoruyor insanları, yaşayamadıkları ayrı...

Bilmez miyiz ki, hayat üzerine kurulan cümleler ilk söyleyeni kırar...
İnsan, hep söyledikleriyle sınanır.

Neredeyse ruhu bedeninden önce çürüyor insanların...

Oysa bizler yaşadıklarımızdan sorumluyuz yaşamak istediklerimizden değil!

Ortada bir beden bir de elbise var ve fakat bu elbise bu bedene uygun değil...


Planlı yaşamak diye bir vakıa var bir de!
Hayat diye "planlanılan" bir şeyi yaşamanın, bir projenin parçası olmayı çağrıştırmaktan başka bir işlevi var mıdır hakikatette? 

Birinin projesi olduğunuzda geçerliliğini yitirdiğinde yahut daha iyi bir proje için kaldırıp çöpe atılmayı da göze almak olduğunu bilmek gerek. 

Hem hangi plan, zaman ve uzam karşısında yürüyebilmiş ki? 
Tarih insanoğluna çizilmiş yollarla dolu fakat insan hep çizilen yolu terk etmiştir kendi yolunu çizmiştir. (Tarih mühendislerinin rötuşlarını saymazsak) 

Hoş, kim nasıl bir hayatı tercih ediyorsa etsin elbette; ister biçileni ister çizileni 
İtirazım şuna: 

İnsanların söyledikleri hayatlarıysa eğer bizlere gösterdikleri ne? 


Eskiden birinin ahvalini sorduğumda istemsiz bir kuru "iyiyim" kelimesi dökülürdü dudaklardan, 
Ve ben iyiyim diyerek iyi olmaya çalışanların ardından dökülen dua olmaklığımla kalırdım: Allah iyilik versin...

Şimdilerde insanların çoğu "her şey yolunda" demeyi tercih ediyor.
Her şey yolunda... 

"Yolda olması gereken her şey ne?" demek geliyor içimden, çok şükür susmayı becerebiliyorum nadir de olsa. 
Dökülme diyorum; dökülme kim toplayacak arkanı şimdi... 

Alışılmışın dışında düşünenleri vuruyorlar en çok! 
Alışılmış olandan farklı tavır ve hale tahammül bitiyor artık.
Dikkat ve rikkat buyurunuz lütfen! 
Farklı olmaktan bahsetmiyorum.

Her şey yolunda demenin bir başka yüzü bu işte 
Alışılmadık hiçbir şey yok etrafımda demek yani...

Neden bu eksiksiz ve kusursuzluk arayışları hiç anlamadım anlayamayacağım 
Aklım yetmiyor...

Hani bir objeye bir süre dikkatle bakarsanız algınızda değişmeye başlar ya, bazı cümleler benim için öyle 
Ve bazı cümleler hiçbir şeye yaramayan ezberler gibi oradan oraya dolaştırılıp duruyor gibi geliyor ...

Ziyanı yok, herkes için her şey yolunda olsun lakin 
Her şey bazen hiçbir şey gibidir...
Hem her şey yolunda ise eğer, siz neredesiniz?

Duymak istediklerimizi değil de duymaktan çekindiklerimizi söyleyenlere sırtımızı döndüğümüzü gördüğümüzde kendimizi görebiliriz belki de...

Ve, 

Söylemek istediklerimizi değil de insanların duymak istediklerini söylemekten kuruduğunu bilsek ağzımızın neler neler değişmezdi ki alemde.


Kendini yüreğinden vurarak bu dünyadan göçen ,
Guy Debord'un öngördüğü "gösteri toplumu" mu olduk çoktan? Biraz düşünelim bunu demek isterim!

Gözler önüne serilmeyen hiçbir şey kalmadı neredeyse 
Gözün gördüğüne, gönül katlanmıyor her zaman 
Gözler önüne saçılmış bu kadar şeyi nasıl toplayacağız bilmiyorum ama 
Şifa, kurtuluş... yeniden yüreklere seslenmekte... 

Birinin gözüne girme derdi olanla, yüreklere girmeye çalışan arasında fark yok mu?
Dikkat edin: Hayatımızı boşaltanlar gözümüzden girip, gönlümüzden çıkanlardır hep...

LAL:

Kolları altında yazdığım kadim çınara, tüm hayretimle söylüyorum:

Sanki gelmiş de gimeyi unutmuş gibi duruyor olduğu yerde ....

Yazarın Yazıları