A. Raif ÖZTÜRK
  • 21/11/2015 Son günceleme: 21/11/2015 16:56
  • 4.337

Bu Kasım ayı sonunda, 15 günlük bir seyahate çıkacaktım. Bir hafta önceden “yolculuk sırasında ve gideceğim mekânda şunlar da lâzım olabilir” diye düşüne düşüne yol hazırlıklarına başladık. Seyahat gününe kadar hazırlanan valiz ve poşetlerle arabamızın bagajı dolduğu gibi, arka koltukların üzeri bile doldu.

Bir haftadan beri; daha önce defalarca gittiğimiz ve sadece 2 saatlik bir yolculukla, 15 günlük bir konaklama için yaptığımız hazırlıklara bakarken, birden aklım mutlaka gideceğimiz çok uzun ve başka bir yolculuğa takıldı. Asla iptal edemeyeceğimiz ve erteleyemeyeceğimiz o yolculuk, bunun gibi 2 saatlik değil, 2 senelik de değil, Kıyası Fukahâ’ya göre 50 000 senelik bir yolculuktur. Konaklayacağımız yer ise 15 günlük değil, 15 senelik değil, 15 MİLYAR senelik de değil, kesinlikle EBEDÎ olarak kalacağımız bir menzildir.

Kesinlikle ve istesek de istemesek de veya inansak da inanmasak da mutlaka gideceğimiz o 50 000 senelik yolculuğumuz; Berzah, Yani; Kabir, Haşir, Kıyamet, Sırat, Mahkeme-i Kübra olarak bildirilen, ölüm ile Cehennem veya Cennete kadar geçecek olan yolculuğumuzdur.

Buradaki 15 Gün yerine, o EBEDÎ konaklayacağımız yer ise bu dünyada inanarak ve takvâ ile kusursuz bir şekilde hazırlık yaparsak eğer, ebedi Cennetler olacak, inşallah. Eğer burada; yani oraya hazırlanmak için verilmiş olan ömür sermayesini gerektiği ve bizden istenildiği gibi kullanmaz isek, yani ihmal edersek, o Ebedî hayatımız, ebedî bir Cehennem hayatı olacak, Allah cc esirgesin ve bizleri muhafaza eylesin... Âmîn.

  • Üstelik de “o yolculuğa başlamaya bir hafta var” deme garantimiz bile YOK…

Peki, şu yukarıda arz ettiğim iki saatlik yolculukla, 15 günlük bir konaklama için, bir hafta önceden hazırlıklar yaptığımız halde, o 50 000 senelik yolculuk ve o ebedî konaklamayı Cennette yapabilmek için hazırlık yapmak yerine, acaba niçin böylesine GAFLET içindeyiz? Oysa o uzun yolculuğa, her ân hazırlıklı olmamızı akıl ve mantık gerektirmiyor mu?...

Hatta buradaki 15 günlük yolculuğu iptal etmek veya ertelemek mümkün iken, istisnasız olarak hepimizin, istesek de istemesek de veya inansak da inanmasak da mutlaka başlayacağımız o yolculuğu ve gideceğimiz o EBEDÎ ÂHİRET âlemini, erteleme veya iptal etme ihtimalimiz HİÇ YOK… Bütün bunlara rağmen, acaba şu 15 günlük bir seyahate gösterdiğimiz hassasiyeti, 50 000 senelik yolculuk ve o ebedî Hayatımız için niçin göstermiyoruz? Çok ilginç ve çok acı değil mi?...

Bu dramatik girizgâhtan sonra büyük bir nefes alarak, hem bu gafletin sebeplerini arayalım. Hem de bu gafletten kurtulup, şu 50 000 senelik uzun yolculuk ve o ebedi olarak yaşayacağımız Ahiret âlemini Cennete çevirebilmek için, mutlaka yapılması gerekenleri birlikte tespit edelim, inşallah.

Bu gafletimizin sebepleri: 1.) Şu dünya hayatı, o ebedî Cennetleri kazanabilmek için elbette bir sınav ve hazırlık yeridir. Bu sınavda Yüce dinimiz, Melekler ve Vicdan bizleri uyarmaya ve hareket tarzımızı belirlemeye, ancak Şeytan ve Nefis ise bizleri gaflete düşürüp sapıtmaya çalışmaktadır. Cennetten kovulmuş olan Şeytan, insanoğlunun ezelî ve ebedî düşmanı olduğu için, insanı gaflete düşürmek için her ân azami çaba harcamaktadır. Eğer insan Yüce dînimizin prensiplerini çok iyi idrak ederek, her gün tekraren îmanını güçlendirmez ise Şeytanın ve nefsinin tuzaklarına kolayca düşer ve gafillerden olur…

2.) İnsanoğlu, hazır olan azıcık lezzetleri, istikbalde gelecek çok lezzetlere tercih ediyor. Bir de ölümü her zaman başkalarına yakıştırıp, kendisi için ise çok uzak görüyor. İşte bu ana nedenle de gaflete kolayca düşüyor. Tâlî sebepler ise pek çoktur…

Bu gafletten kurtulma çareleri: 1.) Öncelikle, gafletimizin sebeplerini çok iyi idrak ederek, nefis ve şeytanın aldatıcı tuzaklarına düşmemek için uyanık ve bilinçli olup, azami gayret sarf etmek zorundayız. Bu mücadele, Uhud savaşından da önemlidir. Bu nedenledir ki Yüce Peygamberimiz SAV Uhud savaşından dönerlerken Ashâbına, “Küçük savaştan büyük savaşa gidiyoruz, bu savaş Nefis ve Şeytanla olan savaştır” buyurmuşlardır.

2.) Koruyucu hekimlik gibi ÎMANIMIZI, her zaman çok güçlü ve sağlam tutmamız şarttır. Nisa suresi, 136’ya bakınız. Bu âyetteki “eyy îman edenler, Allaha iman edin!” hitabında TE’YÎD vardır. Yoksa, zaten iman etmiş olanlara, niçin tekraren “iman edin” buyursun ki? “Mevcut olan imanınızı, sürekli takviye edin ve kuvvetlendirin, aksi halde nefis ve şeytan sizi aldatacaktır” anlamındadır.  Bunun çaresi ise ehl-i Sünnet ve takva tarikatlara sağlam mensubiyet ve Kur’ân ve İman hakikatlerini asrımızın idrakine en uygun, en güzel bir şeklide anlatan Risale-i Nur eserlerini, sürekli okumak ve sohbetlerine her fırsatta devem etmektir.

3.) Şu fânî Dünyanın zevkine ve aldatıcı meşguliyetlerine kapılmamak için, “..ölümü çok hatırlayınız ve çok zikrediniz.” ..ki gaflete düşmeyesiniz. (Tirmizî, Zühd: 4, Kıyâmet: 26; Nesâî, Cenâiz: 3; İbniMâce, Zühd: 31; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:321.).

4.) İnsan, şu dünya misafirhanesinde bir yolcu olduğunu asla aklından çıkarmamalıdır. Asrımızın başında, Bediüzzaman Hz.’nin bu konudaki haykırışı ile konumuzu noktalayalım: İnsan bir yolcudur. Sabâvetten (çocukluktan) gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre (tekrar dirilmeye), haşirden ebede kadar insanın yolculuğu devâm eder. Her iki hayâtın levâzımâtı, (gerekli ihtiyaç malzemeleri) Mâlikü’l-Mülk (mülkün tek sâhibi olan Allah) tarafından verilmiştir. Fakat o levâzımâtı, (insan) cehlinden (câhilliğinden) dolayı tamâmen bu hayât-ı fâniyeye (şu fâni olan dünya işlerinde) sarf ediyor. Hâlbuki, o levâzımâttan lâekal (en az) onda birini dünyevî hayâta (dünya işlerinde), onda dokuzunu hayât-ı bâkiyeye (ebedî âhiret hayâtına) sarf etmek gerektir.” Peki, bizler ne yapıyoruz?...

Yazarın Yazıları