Ömer KASAP
  • 11/07/2015 Son günceleme: 11/07/2015 13:45
  • 4.345

Ne çabuk geçiyor zaman, geldi geliyor derken gitti gidiyor Ramazan; tıpkı ömür gibi...

Her Ramazan aynı hesabı yapıyorum. Takvim yaprakları ile bizden kopanları. Bir önceki Ramazanda aynı iftar sofrasına oturduğum beş akrabamı uğurladım bu yıl, on ay içerisinde aynı fotoğraf karesinden haber bile vermeden ayrıldılar. Bir ben kaldım, bir de yorgun annem o kareden...

Her biriyle tatil ya da seyahat planlarımız vardı ‘İnşallah’lı, kendileriyle birlikte toprağa serpilen...

Ölümle korkutulan değil, müjdelenen bir din üzerinde bulduk kendimizi çok şükür. Birkaç santim daha uzun gözükmek için kimsenin üstüne basmadık, incindik ama incitmedik. Umudumuzun hesabımızdan daha büyük oluşu bu yüzden. 

Küçükken hep bu yaşların hayalini, hayallerimle gerçekler arasındaki keskin çizgiyi hiç hesaba katmadan kurmuşum. Otuz dört yıl aynı sofranın bize ayrılan aynı köşelerinde yer tutsak da, öğün ve lezzetlerimiz ayrışıyor annem ve babamla. Baba tuzsuz, anne yağsız yiyor. Seyahatlerden getirdiğim küçük lezzet ikramlarından biri yiyor, diğeri bakıyor ve tüm lezzetler en dikenli haliyle boğazıma  düğümleniyor. Hiç tek kapılı arabam olmadı, seçerken de sürücü koltuğundan önce arka koltuğuna otururum. Annemin bel ayarını, babamın bacak boyunu bilirim. Bi dayanabilseler yola; sevecekleri yerleri de bilirim. Ne gözlerinde, ne dizlerinde derman yok! Hal böyle olunca da kursağında kalıyor, senin zannettiklerin. İnsan hayal ettiklerini değil, kendisine biçileni yaşıyor, hem de yapayalnız! 

Babamın hiç özeli olmadı, yanlız da kalmadı hiç.

Arkadaşlarıyla buluşurken bile gölgesiydim. Dost sohbetlerindeki gülüşlerini izler, yorgun adam keyiflendikçe ben de keyiflenirdim. Sadece varlığın değil, yokluğun da paylaşılabilir olduğunu öğrendim ondan. Ne öğrendiysem ondan öğrendim, Nasrettin Hoca kıssaları gibi; hem de eğlenirken... Tefekkürü, vefayı ve teslim olmayı...

Hasta ziyareti için Beykoz’dan Avcılara dıdısının dısını ziyaret edecek enerjiyi bulan, moral vermek için hastaneyi tiyatro sahnesine çeviren bu koca yürekli adam gülmüyor artık! O gülmeyince; vizyondaki tüm komedi filmleri de kifayetsiz kalıyor.

Yarım kaldı her şey, her şey yarım kaldı! Akreple yelkovanın kovalamacasını izlerken kaybolan bizmişiz şimdi anlıyorum.

Keşke, söylediklerimi bir defada duyabileceği yaşlarda söyleseydim ona şimdi söylemek istediklerimi... Yazıyorum ya şimdi bur da, tek başına okuyamayacağını bildiğim için.

Keşke diyorum; halen gülebiliyorken gülseydik beraber uzun uzun. Daha fazla zaman geçirebilseydik. Onun yaptığı gibi, ben de arkadaş sohbetlerine onu da dahil etseydim. Ne sinemaya gittik birlikte, ne balık tutmaya. Onu kendi sağlığından önce terk ettiğim gerçeği tokat gibi iniyor suratıma hergün. Anlamsız ve içi boş bir kariyer hırsıyla uzak kalmışım her şeyden ve herkesten. Hiç ettiğim sadece uykular ve bahar değilmiş meğer!

Sekiz yaşındaki oğlumun babalar gününde yazdığı ihtar niteliğindeki mektupla uyandım bu rüyadan. Bugün kendi babama olan ‘keşke’lerime ayna tutmuş...

Der ki;
Babacığım seninle yapmak istediğim o kadar çok şey var ki, işlerinin yoğunluğu bitsin hepsini yapacağız seninle. Balık tutma, kamp yapma, maç izlemeye gitme, araba yarışı oynama...” 

Doğru diyor çocuk... Hakkı olanı istiyor aile müessesinden. İlk adımını attığı, okula ilk başladığı, karne aldığı gün yanında olmak yerine iş seyahatinde olan babasıyla mahsuplaşmak istiyor.

Onlar için çalışıyoruz” yalanıyla daha fazla kandırmayacağım kendimi. Benim bıraktığım gibi hiçbir şeyi yarım bıraktırmayacağım. İçeceğimiz bir tas çorba, birkaç dilim ekmek. ‘karın tokluğuna’ çalışıyoruzu abartmışız vesselam. Hayatımızdaki küçük boşlukları neyle doldurduğumuza dönüp bakma vaktidir.

Sevdiğin arabayı almak, bahçesinde oturacağın ev on yıl sonra senin oluyor. Sevdiklerinle seveceğin gün ise hemen yarın senin...

Hep siyasetten ibaret değil ya hayat, böyle oldu bu sefer; affınıza sığınarak...

Yazarın Yazıları
Dahası