A. Raif ÖZTÜRK
  • 01/01/1970 Son günceleme: 26/10/2014 23:11
  • 6.025

Uzun yıllar önce arz etmiştim, ancak önemi nedeniyle bugün tekrar mütalâa edeceğiz.

Çok ciddi bir teknik araştırma nedeniyle Japonya’ya gitmiştim. Beni görevlendiren şirketim bana öyle vazifeler verdi ki, bir aylık bir zamana sığdırmak için azami gayret gerekiyordu. Uykularımdan kıstım, istirahatimden kestim, ziyaretlerimden kıstım ve tüm gayretlerime rağmen çok az kusurlarla başarıya ulaştım. Şirketimden verilen başarı ikramiyesi ile o yıllarda bir çamaşır makinası ve buzdolabı alabilmiştim. Şayet böylesine azamî gayret göstermeseydim, Japonya’daki o hârika güzelliklerden istifadeye ağırlık verseydim, bir başka ifadeyle “aslî vazifemi İHMAL etseydim”, dönüşte hâlim nice olabilirdi? Biraz düşününüz…

Bir başka örnek: Bir gurup sivil polis başka bir bölgeye görevli gidiyorlar. “İlk öğrenmeleri gereken nedir?” ..Diye sorulsa, “oraya hangi maksatla veya hangi görevle gittiklerini, çok net öğrenmektir denilecektir. Elbette çok doğru…

Gurbete, herhangi bir maksatla giden polis, asker, öğretmen, Doktor, Öğretim Üyesi, teknisyen, her kim olursa olsun, her biri öncelikle kendilerine (hiçbir şey söylenmemiş bile olsa) ilk işi “kendisine verilen aslî görevi öğrenmek” olacaktır. Akıl, vicdan ve mantık bunu gerektiriyor. Aksine davrananlar, yani vazifelerini tam öğrenmeyenler, meselâ hâkim olarak gittiyse ticaretle-emlakçılıkla uğraşanlar veya görevlerini ihmal edenler ise çok ciddi hesap verirler ve mutlaka cezalandırılırlar. Halk tarafından da kınanırlar, dışlanırlar ve tahkîr edilirler. Onlara verilen bu kadar değere, harcıraha ve masrafa üzülürler…

Fakat maalesef, şu fani dünyada görüyoruz ki:

  • Her birimiz şu dünyaya böylesine, hatta çok çok daha önemli gâye ve maksatlarla gönderildiğimiz halde, acaba bu gâye ve görevlerimizi niçin hiç merak etmiyoruz?
  • 50 000 Senelik berzah (kabir, haşir, sırat, mahkeme-i kübra v.b.) hayatımız ve SONSUZ Âhiret hayatımız için, şu kısacık ömrümüzde nasıl hazırlık yapmamız gerektiğini, acaba niçin hiç merak etmiyoruz?
  • Dünya hayatında bulduğumuz sınırsız güzelliklere dalıp, din görevlileri tarafından bizlere yapılan ikazlara, keyfimiz kaçmasın diye kulak tıkamıyor muyuz?...
  • Bize verilen ömür süresini çok uzun zannediyoruz. Necip Fazıl’ın “Dün geçti bugünü düşünüyorum, yarın var mı? Gençliğine güvenme, ölenler hep ihtiyar mı?” ..şeklindeki ikazını bile hiç değerlendiremiyoruz.

Kimimiz bu minval üzere, hiçbir hazırlık yapamadan, ya bir kaza, ya bir kalp krizi, beyin kanaması veya kör bir kurşun ile âhirete ELİ BOŞ bir şekilde dönüveriyoruz.

Bakınız Kur’ân bizlere, ibret için ve mutlak uyanmamız için, acı âkıbetimizi de haber veriyor: Bir görseydin o suçluları; Rab’lerinin huzurunda, mahcupluktan başları önlerine eğilmiş şöyle derken: "Gördük, işittik ya Rabbenâ! Ne olur bizi dünyaya tekrar bir gönder! Öyle güzel, makbul işler yaparız ki! Çünkü gerçeği kesin olarak biliyoruz artık!" ..diye yalvardıklarını... (..Bir görseydin!) [Bkz. Secde Sûresi 12. Âyet]

Mü’minûn Sûresi, 99-100. Âyetlerde ise: Âhireti inkâr edenlerden birine ölüm gelip çatınca, işte o zaman: "Ya Rabbî!" der, "ne olur beni dünyaya geri gönderin, ta ki zayi ettiğim ömrümü telafi edip iyi işler yapayım.” ..Hayır, hayır! Bu onun söylediği manasız bir sözdür. Çünkü dünyadan ayrılanların önünde, artık, diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır.

Fâtır Sûresi, 37. Âyet: Onlar orada (Cehennemde) imdat istemek için şöyle feryat ederler. "Ey Ulu Rabbimiz! Ne olur, çıkar bizi buradan, dünyaya geri gönder de, daha önce yaptıklarımızdan başka, güzel ve makbul işler yapalım!" Allah onlara şöyle buyurur: "Biz, size, düşünüp ibret alacak, GERÇEKLERİ görecek kimsenin düşüneceği kadar bir ömür vermedik mi? Hem size peygamber de gelip uyardı. Öyleyse tadın azabı! Zalimlerin hiç bir yardımcısı yoktur!"

Evet, saygıdeğer dostlarım. Daha birçok âyetlerle bildirilen bu dehşetli istikbal ve bu acı âkıbet ile karşılaşmamamız için, Yüce Rabbimiz bizlere merhameten, Kâinatın en DOĞRU SÖZLÜSÜ (s.a.v.) olan Hz. Muhammed’e bunları söylettiriyor. Elimize Kur’ân-ı Kerim gibi şaşmaz bir KILAVUZ veriyor. Yine de dünya meşguliyetlerine dalıp, bu gerçekleri ihmal etmeyelim diye, her asırda İslâm âlimleri, din mücedditleri ve Bediüzzamanlar görevlendiriyor. Bütün bunlara rağmen GAFLETTE ISRAR, bizlere hiç yakışmaz…

  • Çünkü; Gaflette ısrar edene, ZİLLET müstahak olur. (2x2=4)

Düştüğümüz vartanın en acı ve vahim tarafını Zuhruf Sûresi, 37. Âyet, çok açık bir şekilde bizlere anlatıyor: “Bu şeytanlar onları doğru yoldan çıkarırlar, ama onlar kendilerinin hâlâ doğru yolda olduklarını sanırlar.” Gaflette ısrarın en mâkul sebebi de herhalde budur…

Bu nedenledir ki, Şeytanın bu vartasına düşenler, kolay kolay gafletten kurtulamazlar. Çünkü; Hz. Ömer’in buyurduğu gibi “İnandığınız gibi yaşamazsanız eğer, YAŞADIĞINIZ GİBİ İNANMAYA BAŞLARSINIZ.”

  • ..Sonra da, doğru ikazları bile ciddiye almaz, ömürlerimiz birtakım oyalanmalarla, aslî vazifelerimizi öğrenemeden veya uygulayamadan GEÇÊER-GİDER… 

Yüce Rabbim bizleri gafletten uyararak, SIRÂT-I MÜSTEKÎYMİNDE muvaffak kılsın. Âmîn…

Varta = Çok tehlikeli durum, ölümcül uçurum, korkunç tuzak.

Yazarın Yazıları