Av. Ferda KAZANCIBAŞI
  • 23/01/2016 Son günceleme: 23/01/2016 14:46
  • 6.067

Yürürlükte bulunan 1982 Anayasası’nın değiştirilmesi tekrar günümüzün gündemine getirildi. Bu aşamada tarihi süreç içindeki anayasalara kısaca göz atılmasında isabet olacaktır;        

Geçmişi 1295 yıllarına dayanan dünyada ilk parlamentarizm örneği İngiltere Anayasası’nda görüldü.  İngiltere Parlamentosu (Lordlar Kamarası) ve (Avam Kamarası) olmak üzere çift meclisten oluşmaktadır. Kararlar her iki meclis ve kralın müşterek iradeleri ile alınmaktadır. Yazılı metin yerine sözlü geleneğe dayanan İngiltere Anayasası’nın içeriğinde demokrasinin güvencesi olan Kuvvetler Ayrılığı İlkesi baş tacı gibi yer almaktadır.  

Sultan İkinci Abdülhamit’in saltanatı esnasında 23 Aralık 1876 günü Birinci Meşrutiyet ilan edilmiş,  (Mebbusan Meclisi) ve (Ayan Meclisi) olmak üzere çift meclis sistemi kabul edilmiş ve parlamento yaşamına geçilmiştir. 1909 yılında kabul edilen İkinci Meşrutiyet Anayasası’nda dahi parlamenter yapı aynen korunmuş ve padişah karşısında halk iradesi daha etkin kılınmıştır.  

23 Nisan 1920 tarihli meclis toplantısında Yuna’lılar ile yapılan savaşın top seslerinin duyulduğu olağanüstü şartlarda, ulusun bağımsızlığını yine ulusun azim ve kararının kurtaracağı inancının kararı alınıyordu. Keza 1924 Anayasası da istiklaline yeni kavuşmuş bir ulusun olağanüstü şartlarına göre düzenlenmiştir.

1961 Anayasası ileri demokrasi örneği İngiltere Parlamento sistemine uygun olarak (Millet Meclisi) ve (Senato) olmak üzere çift meclisten oluşmuştur. Bizim siyasiler ise Türkiye’nin standartlarını yükseltmek yerine (Bu anayasa bize bol geliyor) diyerek değişikliğe gittiler.

Halen yürürlükte bulunan 1982 Anayasası’na gelince; İçeriğinde; Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, hiçbir kişiye, aileye, zümreye ve sınıfa imtiyaz tanınamayacağı ve ileri demokrasilerin vazgeçilmez şartı olan Kuvvetler Ayrılığı gibi temel ilkeler yer almaktadır. Şimdi ise mevcut Anayasa’nın da değiştirilmesi istenmektedir.

Siyasilerimizin kafalarında nasıl bir anayasa var?

Anayasa değişikliğinin gündeminde Başkanlık sisteminin rüzgârı estirilmektedir. Dünya örneklerine bakıldığında;

Örnek alınması istenen Amerika’da oturmuş bir sistem vardır. Başkan sistemin kalıpları içindedir, sistemin dışına çıkamaz ve sistemin adamıdır. Başkan ayrıca demokrasinin güvencesi olan kuvvetler ayrılığı ilkesi ile de çevrilidir. Üzerinde sistemin güçlü denetimi vardır. Kıpırdaması mümkün değildir. Aksi halde o makamda daha fazla kalmasına izin verilmez.               

Başkanlık sisteminin uygulandığı Güney Amerika ülkelerine gelince; Arjantin, Şili, Paraguay,

Bolivya, Venezüella, Ekvator gibi Latin ülkelerindeki başkanlık sistemi uygulamalarında, başkanı denetleyecek sistem yoktur. Aynı zamanda  (Kuvvetler Ayrılığı İlkesi) sadece göstermeliktir. Bu nedenle (Yasama), (Yürütme) ve (Yargı) kuvvetleri tek elde toplanarak diktatörlüğe, hükümet darbelerine ve istikrarsızlığa yol açmıştır.

Türkiye’ye gelince; Amerika örneğindeki sistemlerin güç dengesi Türkiye’de mevcut değildir. Bu nedenle denetim boşluğunun olduğu Türkiye şartlarında, başkanlık sisteminin olması takdirinde, kişisel ve keyfi kararların öne çıkması, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerinin tek elde toplanması, halk iradesinin dışlanması ve ülkenin tek adam halinde diktatörlük gibi vahim şartlara sürüklenmesi önlenemez hale gelir.

Barış süreci ve özerklik sevdalılarına gelince

PKK’nın Kürt halkını temsil etmediğini, bilakis Türkiye’yi bölmeye yönelik Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir parçası ve emrinde olduğu gerçeğini artık herkes görmeye başladı.

Dış kökenli PKK bir taraftan vatan topraklarımızı silahlı saldırı ile tehdit ederken, diğer tarafta (Barış Süreci) adı altında yığınak yapma ve anayasa değişikliği ile özerklik peşindedir. Bizim içimizdeki bazı siyasiler ise, kaç yıldır (Barış Süreci) savunuculuğuna soyunarak PKK’nın ve emperyalizmin ekmeğine yağ sürmektedir. Bu nedenle emperyalizmin emrindeki PKK, Güneydoğu Bölgesi’nde silahlı yığınak yapma, boş alanlara yayılarak kök salma fırsatını bulmuştur.  

Ne zamandır ki arka arkaya gelen şehit haberleri ile işin vahametinin anlaşılmasından itibarendir ki Mehmetçik’in önü açıldı. Şu anda Güneydoğu’dan arka arkaya şehit haberleri gelirken Mehmetçik canını siper ederek vatanımızı savunmaktadır.         

Sabah akşam oturup kalkıp (Barış süreci)’ni savunan bazı siyasilerimiz ise Mehmetçik’in

Kahramanca vatan savunması karşısında şaşkına dönmüşler, ne diyeceklerini şaşırmışlar geveleyip duruyorlar. Bazıları (Sokak yasakları antidemokratiktir) diyor. Peki, sokak yasakları antidemokratiktir diye vatan savunulmasın mı?  Bazı siyasiler ise (Hendekler iktidarın eseridir) diyor. Peki, hendekler iktidarın eseridir diye kapatılmasın mı? (Analar ağlamasın) diye vatanı savunmaktan vazmı geçelim?

Vatanın bir ucu kan ağlarken diğer tarafta bazı siyasilerimiz ise, sanki refah ve huzur içindeki bir ülkenin büyük başarılarına imza atmış gurur verici yöneticileri imiş gibi kameraların karşısına geçmektedirler. Milyonlarca halkın huzurunda son derecede pişkin ve sırıtkan yüz ifadeleri ile karşılıklı el sıkışarak utanmadan poz vermektedirler. Bazı siyasetçilerimiz ile akademisyen kisvesine bürünmüş olanlar, değiştirilmesini istedikleri anayasada (Türk) kelimesinin kaldırılmasının ve özerkliğin yer alması fırsatının peşindedir.  

Barış düzeni içinde yaşamanın tek şartı eşitlik ilkesidir

Toplum huzurunun vazgeçilmez şartı; Herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç gibi sebeplerle ayırımsız kanun karşısında herkesin (Eşitlik ilkesi)’ne sahip olmasıdır. Buna karşılık özerkliğin yer alacağı anayasa ise, belli bir kesime imtiyaz tanıyıcıdır, eşitlik ilkesini ve toplum içindeki denge ve huzuru yok eder. Barış süreci ve özerkliğin hayalleri peşinde koşan bazı siyasiler pusuya yatmış sinsi bekleyiş içinde iken, Mehmetçiğin kahramanca vatan savunması karşısında şaşkına dönmüş, televizyon ekranları karşısında ne diyeceklerini bilmeden gevelemeye başlamışlardır.  

Emperyalizmin en korktuğu şey, bölünmüş halkların yeniden bütünleşmesi ve barışık olmasıdır.

Vatanın ve milletin bütünlüğüne kendisini adayan mübarek şehitlerimizi ve doğu’da savaşan Mehmetçiği, hiçe saymaya, vatanı bölmeye ve anayasa’dan (Türk) kelimesini çıkartmaya kimsenin gücü yetmeyecektir. İsterse karşımızda yedi düvel olsun, bu vatan sahipsiz değil. Ekmeğini yediği, suyunu içtiği, havasını soluduğu halde bu vatana ihanet edenler; Ya sevin, ya da terk edin.  

Yazarın Yazıları